MEKTUPLARLA TEBLİĞ

Peygamberler ve Halifeleri tarafından hidayeti yaymak için öteden beri dünyanın ileri gelenlerine mektuplar yazılmıştır. Mesela Kuran-ı Kerim, Hz. Süleyman’ınas Sebe Kraliçesine yazdığı bir mektuptan bahseder.

اِذۡہَبۡ بِّکِتٰبِیۡ ہٰذَا فَاَلۡقِہۡ اِلَیۡہِمۡ ثُمَّ تَوَلَّ عَنۡہُمۡ فَانۡظُرۡ مَا ذَا یَرۡجِعُوۡنَ ﴿۲۹﴾ قَالَتۡ یٰۤاَیُّہَا الۡمَلَؤُا اِنِّیۡۤ اُلۡقِیَ اِلَیَّ کِتٰبٌ کَرِیۡمٌ ﴿۳۰﴾ اِنَّہٗ مِنۡ سُلَیۡمٰنَ وَ اِنَّہٗ بِسۡمِ اللّٰہِ الرَّحۡمٰنِ الرَّحِیۡمِ ﴿ۙ۳۱﴾

(Süleyman dedi ki) “Bu mektubumu alıp git ve onların önüne koy. Sonra geri çekil. Böylece onların nasıl bir karşılık vereceklerine bak.” (Kraliçe) dedi ki: “Ey ileri gelenler! Şüphesiz bana şerefli bir mektup iletildi.” “Şüphesiz o Süleyman’dandır ve kesinlikle sonsuz kerem ve rahmet eden Allah’ın adıyla (başlamaktadır.)”[1]

Peygamber Efendimizsav de dönemin farklı krallarına ve kabile reislerine İslam’a davet eden mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar hikmet dolu olup, Peygamber Efendimizinsav Allah’a tevekkülünü, şanını ve ahlakını yansıtmaktadır.

Peygamber Efendimizden sonra Hulefa-yı Raşidin de mektup ile davet yöntemine devam etmişlerdir.  Bu mektuplar basılmıştır ve ilim ehli kimseler bundan istifade etmekte, yazıları ve konuşmalarında bunları referans olarak kullanmaktadırlar. Peygamber Efendimizsav bütün dünyaya peygamber olarak gönderilmişti. Nitekim Kuran-ı Kerim şöyle buyurur:

وَ مَاۤ اَرۡسَلۡنٰکَ اِلَّا رَحۡمَۃً لِّلۡعٰلَمِیۡنَ ﴿۱۰۸﴾

Biz seni âlemlere, ancak rahmet olarak gönderdik.[2]

وَ مَاۤ اَرۡسَلۡنٰکَ اِلَّا کَآفَّۃً لِّلنَّاسِ بَشِیۡرًا وَّ نَذِیۡرًا

Biz seni ancak bütün insanlara müjde veren ve uyaran olarak gönderdik.[3]

Bundan anlaşılan onun risalet sahası bütün dünyayı kapsamaktadır. Bundan dolayı o, İslam’ı dünyanın dört bucağına yaymak için birçok mektup gönderdi. Mektupların muhatabı, farklı tabakalardan farklı insanlardı. Onların bir kısmı, Doğu Roma İmparatoru Heraklius, İran Kralı Perviz, Habeşistan’ın Necaşisi Ashame, Mısır Valisi Mukavkıs, Gassani Lideri Haris bin Ebu Şemir ve Yemame lideri Hevze bin Ali gibi devrin büyük ve heybetli krallarına gönderilmiştir. Bu kralların bazıları kitap ehli bazıları ise müşrik idi. Onun bazı mektupları ise, Ashab-ı Kiram, ileri gelen Müslümanlar ve ordu komutanlarına gönderilmiştir.

Peygamber Efendimizsav Hudeybiye antlaşmasından sonra, Mekkeliler tarafından bir derece kendini güvende hissedince bu durumu değerlendirip, İslam’ın uluslararası misyonunu göz önünde bulundurarak ilk olarak farklı devlet adamlarına tebliğ mektupları yazmak istemişti. Böylelikle o, krallar ve tebaasını İslam nimetiyle şereflendirmek istiyordu. Nitekim o, Hudeybiyeden geri döndüğünde ashabıyla bu konuyla ilgili istişarede bulundu. Bu istişare sırasında kendisine, dünyevî kralların bir geleneğinden bahsedildi. Buna göre onlar mühürlenmemiş bir mektubu dikkate almıyorlardı. Bunu öğrenince Peygamber Efendimizsav gümüş bir yüzük yaptırdı ve üzerine “Muhammed Resulüllah” ibaresini yazdırdı.[4]

O, Allah’ın ismini üstün tutmak için bu kelimeleri sıralarken en üste “Allah” ismini, ortasına “Resul” kelimesini ve en alta “Muhammed” kelimesini yazdırdı. Ayrıca tebliğ mektupları üzerine bu yüzük, mühür olarak basılacaktı. Bundan dolayı da bu tedbire başvuruldu. Böylelikle mühür olarak basıldığında bu kelimeler düzgün olarak mektuba çıkıyordu. Peygamber Efendimizsav bu yüzüğü her zaman parmağına takardı. Onun vefatından sonra da Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve ondan sonra Hz. Osman halife olduklarında bu yüzüğü takıyorlardı. Ancak bu yüzük, Hz. Osman’ın elinden birgün bir kuyuya düştü ve bulunamadı. Hz. Osman ve diğer Müslümanlar üç gün boyunca aradılar. Kuyunun bütün suyu boşaltıldığı halde yüzük bulunamadı.[5]

Peygamber Efendimizinsav ashabın önerisi ile yüzük yaptırması, onun tebliğ konusunda izlediği bir prensibe ışık tutmaktadır. Buna göre o, tebliğ için muhatabın ilgisini çeken ve onun kalbini olumlu etkileyen caiz olan her yola başvuruyordu. Şüphesiz bir mührün olup olmaması, tebliğin özü ile doğrudan alakalı olmayıp teferruat hükmündedir. Mühür olsun veya olmasın hak olan söz aynı değerdedir. Ancak Peygamber Efendimizsav tebliğ için en ufak ayrıntıyı bile gözardı etmek istemiyordu. Bundan dolayı o, muhatabın kalbini cezbetmek için bu basit öneriye bile büyük önem verdi. Böylelikle, tebliğ yolundaki engeli kaldırmak ve tebliğin etkisini azaltan unsurları yok etmek istedi. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurur:

اُدۡعُ اِلٰی سَبِیۡلِ رَبِّکَ بِالۡحِکۡمَۃِ وَ الۡمَوۡعِظَۃِ الۡحَسَنَۃِ وَ جَادِلۡہُمۡ بِالَّتِیۡ ہِیَ اَحۡسَنُ

(Ey Peygamber!) Sen (insanları) hikmet ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır. Onlarla en güzel (delil) ile tartış.[6]

Peygamber Efendimizsav yüzük yaptırmakla, bu Kuran ayetinin fiilî tefsirini yaparak muhatabın kalbini ve zihnini etkileyen bir yola başvurmuş oldu.

Hudeybiyeden sonraki barış dönemini değerlendiren Peygamber Efendimizsav Arabistan’ın her tarafındaki hükümdarlara mektup yazdı. Kuzeyde bulunan Roma saltanatının kralına ve kuzeydoğudaki Fars İmparatoruna, kuzeybatıdaki Mısır Mukavkısına, doğusundaki Yemame Reisine, doğusundaki Habeşistan Necaşisine, kuzeyde Arabistan sınırındaki Gassan Padişahına, güneydeki Yemen Reisine ve doğusundaki Bahreyn Valisine mektuplar yazdı. Böylelikle Peygamber Efendimizsav Arabistan’ın dört bucağına İslam’ın mesajını ulaştırarak tebliğ vazifesini ifa etmiş oldu.

Ancak bu mektupların hepsinin Hudeybiye anlaşmasından hemen sonra yazıldığı akla gelmesin. Bazı mektuplar aynı vakitte gönderilmiş olabilirken bazılarının farklı aralıklarla gönderilmiş olması ihtimal dahilindedir. Kesin olan bir şey vardır ki bu mektuplar silsilesi Hudeybiye antlaşmasından sonra başladı. Büyük ihtimalle ilk mektup Bizans İmparatoru Heraklius’a gönderilmiştir.

Peygamber Efendimizinsav Heraklius’a yazdığı mektup, farklı hadis kitaplarında yer almaktadır. Bu mektup manalar ve kelimeler itibariyle güzelliği ve kapsamı bakımından benzersizdir. Bu mektubun kelimeleri az ama özdür ve her kelimesinde bir çekicilik vardır. Sanki o, sanatında kemale ermiş olan bir usta tarafından incilerle dizilmiş bir kolye gibidir. Bu az ve öz kelimelerle yazılmış olan mektup, İslam tebliğinin, özellikle de Hıristiyanları muhatap alan tebliğin en güzel örneğidir. Bu mektup geniş kapsamlı bir şekilde tevhit gerçeğini öğretmektedir. Ayrıca kendi üslubu itibariyle latif bir şekilde, müjde ve uyarıyı sanki iki paralel nehir gibi akıtmıştır. Bir taraftan yersiz yere kalbi incitmekten kaçınmakta, diğer taraftan da tavizkar davranmayıp İslam gerçeğini tam olarak aktarmaktadır. Mektubun sonunda ise balyoz gibi güçlü bir azim ile “iman et yahut etme, İslam hizmetini biz üstlenmişiz,” vurgusu yapılmıştır.

Heraklius’a yazılan mektuptan önemli bir ders edinilmektedir. Buna göre gerçek fedakarlık ruhu olmadan insan herhangi bir  doğruluğu kabul edemez. Mektup Heraklius’un eline geçtiğinde o, Arabistan’dan ticaret için gelmiş olan bir kervanı sarayına çağırıp Peygamber Efendimizinsav doğruluğunu anlamak için Ebu Süfyan’a sorular yöneltti. Sorduğu sorulardan, onun olağanüstü bir zeka ve ferasete sahip olduğu anlaşılmaktadır. O, risalet ve iman konularını çok iyi incelemişti. Bundan dolayı o, İslamiyet’in doğruluğundan etkilenerek saltanat erkanını da İslam’a çekmek istedi. Bu olay, onun güzel bir yönteme başvurduğunu göstermekle beraber, onun dindarlığının da delilidir. Ancak bütün bunlara rağmen iman nimetinden mahrum kalması da acı bir gerçektir. O, en son İslam ordularıyla savaşarak bu dünyadan göçtü. İmandan mahrum kalmasının sebebi, onun ruhunun gerçek din için gereken olağanüstü fedakarlığa hazır olmamasıdır. O, dünyevî azamet, şan ve haşmetten hiçbir ödün vermeden İslam’a girmek istiyordu. O, bir dereceye kadar İslam’a talip idi, ancak dünyevî azametten de mahrum kalmak istemiyordu. İşte bu zaafı onun helak olmasına yol açtı.

Bunun tersine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi insanlar, dünyanın en güzel nimetlerine ve şereflerine nail oldular. Ancak onlar bunun karşılığında İslam’dan bir zerre kadar ödün vermediler. Onlar, bütün dünyevî izzet ve onurları ellerinin tersiyle iterek sadece Allah rızası için İslam’a koştular. Bunun neticesinde kimseye borçlu kalmayan Allah, Bizans ve Fars imparatorluğundan daha görkemli bir saltanatı onlara verdi. Heraklius ise, izzet ve şerefinden hiç vazgeçmeden iman nimetine sahip olmak istiyordu. O, zayıf olan elini İslam’a uzatırken, güçlü olan eliyle saltanat asasını tutmak istiyordu. Bunun neticesinde o, hem dinden hem dünyadan mahrum kaldı.

Ancak en ufak iyiliğe bile değer veren Peygamber Efendimizsav hiç kimsenin iyiliğini unutmazdı. Nitekim bir rivayete göre Peygamber Efendimizsav Fars imparatorunun, mektubunu yırttığını ama Bizans İmparatorunun ise kabul etmemesine rağmen mektuba karşı edepli davrandığını öğrendiğinde şöyle buyurdu: “İran saltanatı paramparça edilecektir. Ancak Romalılara Allah mühlet verecektir.”

Peygamber Efendimizinsav  buyurduğu gibi Fars İmparatorluğu kısa bir süre içerisinde toz duman olurken, Roma İmparatorluğu birçok bölgeden mahrum kalmasına rağmen İstanbul ve onun civarında İstanbul’un fethine kadar yüzlerce sene bir şekilde hüküm sürmeye devam etti.

Bu çağda Vadedilen Mesihas de Peygamber Efendimizinsav mektupla tebliğ yöntemine başvurdu ve tebliğ için yüzlerce mektup yazdı. O, hayatının ilk döneminde İslam’ı yaymak için farklı gazetelere mektup yazardı ve zaman içerisinde bu durum artarak devam etti. 1891 senesinde o, “Feth-i İslam” adlı kitabını yazdı. Kendisi orada şöyle buyurmaktadır: “İslam’ın yeniden dirilmesi bizden bir fidye istemektedir. O fidye nedir? Bizim bu yolda ölümü kabul etmemizdir. İslam’ın hayatı, Müslümanların hayatı ve diri olan Allah’ın tecellisi işte bu ölüme bağlıdır. Bu ölümün adı, başka bir ifadeyle İslam’dır. Bu çağda Allah, bu İslam’ın dirilmesini istemektedir. Bundan dolayı bu yüce hedefe ulaşmak için Allah’ın, şanı yüce olup her yönü ile etkili olan bir nizamı kurması gerekiyordu. Netice olarak hikmet sahibi ve kadir olan Allah, dünyanın ıslahı için beni göndermek suretiyle bunu yaptı. O, dünyayı, hakka ve doğruluğa çekmek için, İslam’ı desteklemek ve yaymak gayesiyle bu nizamı birkaç şubeye böldü… Nitekim bu şubelerden dördüncüsü mektuplardır. Bu mektuplar, hakka talip olanlara veya muhaliflere yazılmaktadır. Nitekim bugüne dek bize gelen ve cevaplandırılmış olan mektupların sayısı doksan binden fazladır. Sadece boş ve gereksiz olan bazı mektuplara cevap verilmedi. Bu cevaplandırma aralıksız bir şekilde devam etmektedir. Her ay aşağı yukarı üç yüz ila yedi yüz yahut bin mektup gelmektedir.”[7]

Vadedilen Mesihas şöyle buyurmaktadır: “Biz Allah’ın izniyle dönemin padişahlarını İslam’a davet ettik. Hatta Hindistan kraliçesi ve veliahtını da İslam’a çağırdık.” O sözüne şöyle devam etmektedir: “Bu iddianın gerçeğinin gösterilmesi için otuz bine yakın bildiri dağıtıldı. Sekiz bin İngilizce bildiri ve mektup taahhütlü olarak Hindistan’daki bütün papazlara, Hindu Panditlere ve Yahudilere gönderildi. Bununla da yetinmeyip, İngiltere, Almanya, Fransa, Yunanistan, Rusya, Roma ve diğer Avrupa ülkelerinin büyük papazlarına, şehzadelerine ve bakanlara mektuplar gönderildi. Nitekim İngiltere ve Hindistan tahtının veliahtı Galler Prensine, Birleşik Krallık Başbakanı Gladstone’a ve Alman Prensi Bismark’a da mektuplar yazıldı.”[8]

Doğrusu onun hayatının her saniyesi Efendisi Muhammedsav gibi, İslam ve halk hizmeti ile geçti. Duruma göre karşılaştığı bir ihtiyaç karşısında onun ruhu çocuğunu kaybetmiş ve tekrar kavuşmak için muzdarip olan bir anne gibi çırpınıyordu. Dünya onun için bir menzil değil, geçici bir konaklama yeriydi. Onun menzili, Rabbine itaat, ibadet ve O’nun sevgisinden kaynaklanan mahlukatın sevgisiydi.

Bu mektupların yazılışı da bu şefkat ve sevgiden kaynaklanıyordu. Vadedilen Mesih’inas vefatından sonra Minhacün’n Nübüvve (peygamberlik yolu) üzerinde kurulan hilafet de mektuplar dahil her türlü tebliğ yoluna başvurmaktadır. Davetlerini kabul edenler esenliğe kavuşup Rabbinin rızasını kazanmakta, red edenler ise huzur ve barıştan mahrum olup türlü türlü afetlere, sıkıntılara, huzursuzluklara düşmektedir.

Vadedilen Mesih’in 5. Halifesi Mirza Masrur Ahmed hazretleri de zaman zaman dünya liderlerine mektup yazarak, yaptıkları hatalara dikkatlerini çekip onları uyarmaktadır. Uyarılarını dikkate alırlarsa iki kat ecire kavuşurlar ve hem kendilerini hem de tebaalarını kurtarmış olurlar. Ama türlü türlü bahanelerle bu uyarıları dikkate almazlarsa kendilerinin ve tebaalarının günahlarından sorumlu olacaklardır.

 

[1] Neml Suresi, 29-31

[2] Enbiya Suresi, Ayet 108

[3] Sebe Suresi, Ayet 29

[4] Buhari, Kitabü’l İlm, Kitabü’l Cihad

[5] Müsned Ahmed bin Hanbel

[6] Nahl Suresi, ayet 126

[7] Feth-i İslam, Ruhani Hazain, C.3, S.10-22

[8] Mektubat-ı Ahmed, C.1, S.4